KÜNYE
Yönetmen:Michel Gondry
Senaryo:Charlie Kaufman, Michel Gondry
Jim Carrey …. Joel Barish
Kate Winslet …. Clementine Kruczynski
Gerry Robert Byrne …. Train Conductor
Elijah Wood …. Patrick
Thomas Jay Ryan …. Frank
Mark Ruffalo …. Stan
Jane Adams …. Carrie
Kadın erkek ilişkileri üzerine şüphesiz Adem ve Havva’dan bugüne bir çok şey söylenmiş ve söylenmeye de devam edecektir. Bu kadar çok şey söylenen bu konu üzerine yeni bir şeyler söylemek ise oldukça riskli. Bu konu hakkında sinema diliyle birşeyler söylemek isterseniz, çektiğiniz film, bir şekilde şimdiye kadar söylenenlerden farklı değilse tarihin küllerine savrulup yok olacaktır, bir ihtimal kadronuz iyiyse filminiz bir Pazar eğlencesi filminden ileriye gidemeyecektir.
Romantik filmlerde konu daha çok izleyicilerin idealleri olan kadın ve erkek prototipinin birbiriyle kavuşamama ya da kavuşma hikâyesi iskeletine örülür. Ağdalı sözler hakimdir, düşünüp de söyleyebilmeniz için dakikalarınızı alacak cümleler bir anda dökülüverir kahramanların ağızından, hiç beklemediğiniz anda tuhaf gelişmeler olur, ya bir sihirli değnekle ilişkiler kurtulur ya da incir çekirdeğini doldurmayacak bahanelerle yıkılır. Bizim bilip de filmde bilinmemesi gereken gerçeklerle ilişkiler dağılır. İçinizden bağırırsınız “Salak o da seni seviyor aslında hiçbir şey bildiğin gibi değil”, “Bu da yapılır mı? Şimdi.”, “Paranla onu satın alamazsın”. Güçlerin çatışması besler hikayenizi; ya paradır engel kavuşmanıza ya da kariyeriniz, belki de bir hemcins. Bir de diziler vardır ki sormayın Türkiye için Yalan Rüzgarı dizisinin ayrı bir önemi vardır. Ben ortaokuldan hatırlıyorum öğlenci olduğum zaman Yalan Rüzgarı’na yetişmek için koşarak eve giderdim. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Birbiriyle beraber olmamış pek insan kalmamıştı; hatırlarım Jack üvey annesi ile bile beraber olmuştu. Türkiye’de biz modern kadın erkek ilişkilerini böyle bir dizi ile öğrendik. 40 kişiyle 40 sene dizi döndüreceksin kolay değil tabiî. Eski Yunan tanrılarına kadar dayanırsa alıntıların zaten tam bir entrika yumağıdır ilişkiler; tanrıların işi gücü kim kiminle oldu kim kiminle olmalı yada olmamalıdır. Tanrıların tanrısı Zeus ise kiminle olduğunu bile unutacak yoğunlaktadır.
Doğu insanında sevgi daha kutsaldır. Aşıklar birbiriyle kavuşamazlar; hep sabırla ve ayrılıkla sınanırlar. Acısı boldur ama sevgiliden gelen bela gül bilinir.
Hollywood’da çekilmiş romantik filmlerin en iylileri en çok beğenilenlerine bakın, Doğu’daki aşk anlayışını yakalayabilirsiniz.
Pazar günü Ankara’nın ne ararsanız bulabileceğiniz pazarı olan Maltepe pazarındaydım. Elimde değiştirmeyi düşündüğüm birkaç film vardı. DVD standlarını dolaşırken tezgahtaki adam elindeki filmeleri saydı, DVD kapaklarının olduğu albümü gösterdi pek iç açıcı filmler değildi. Bu sırada, rafın en üstünde daha önce görmediğim, iki insanın buzlar üstünde yatarkenki halinin kapak olduğu DVD gözüme çarptı. Tezgahtara göstererek sordum. Filmin adının Eternal Sunshine olduğunu ve Jim Carrey’nin oynadığını söyledi. Jim Carrey’i severim ama o gün gülecek halim olmadığından, o filmi de diğer beğenmediğim filimler gibi alacaklarım arasından eledim. Fakat tezgahın önünde on dakikaya yakın vakit geçirdikten sonra gene en iyi ihtimalin Jim Carrey olduğunu düşünerek filmi aldım.
Eve geldikten sonra filmlerin izlenip izlenmediği kontrol ederken Eternal Sunshine’da takılı kaldım; ilk sahneden itibaren sade bir müzik ve abartısız bir Jim Carrey yüzü görünce biraz şaşırdım ve izlemeye koyuldum. Bir de baktım ki, asıl kız Titanic’te geminin burnundan kollarını açmış denizi selamlayan Kate Winslet. Ardından Yüzüklerin Efendisindeki yüzüğü taşıyan Frodo, Elijah Wood. İyice meraklanıp bu filmin senaristi kim olabilir diye baktım, bir sürpriz daha John Malkovich olmak filminin senaristi Charlie Kaufman.
Film bitene kadar hayranlıkla izledim.
Joel (Jim Carrey) ve Clementine (Kate Winslet) iki senedir beraberdirler ve sevgililer gününe gireceklerdir. İlişkilerinde sorun vardır. Clementine özgürlüğüne düşkün, aklına geleni yapan bir kızdır, Joel ise daha içine kapanık duygularını açık olarak ifade etmekten çekinen biridir. Böylesine iki farklı karakterin birlikteliği tabi ki kolay değildir, olmayacaktır da. Bu ilişkideki zorluklar üzerine Clementine daha fazla dayanamaz ve Joelden ayrılarak Hafıza Silme Merkezi’ne gider. Hikaye bu ya, bu merkezde insanlar unutmak istedikleri kişilerle alakalı tüm anılarını sildirmek için geliyorlardır.
Birlikte yaşadıkları tüm ortak anları hatırlatan eşya, resim, mektup ve benzeri her şeyi bu merkeze getiriyorlar, ardından beyin haritaları çıkartılıyor sonrada bu anılar siliniyor. Joel, Clementine’in hafızasını sildirdiğini çok kötü bir sürprizle öğreniyor ve çok sinirleniyor. Bu merkeze kendiside gidip Clementine ile alakalı tüm anıların sildirmek için başvurur. Hikayemiz genel olarak bundan ibaret.
Film uzun zamandır izlediğim en iyi duygusal film, tür olarak romantik-komedi denmiş. Ama filmde baştan sona kahkaha atabileceğiniz herhangi bir sahne yok, ama hani gözleriniz dolupta tebessüm ederseniz başka. Bu filimde günümüz modern hatta post modern insan ilişkileri Doğu perspektifiyle örülmüş. Ve ilişkilerdeki zıtlığın ve basitliğin olmazsa olmaz kavram olduklarını, idea dünyaların insan ilişkisi ekseninde ne kadar yıpratıcı olduğunu görebilirsin. Zıtlık her yerde mevcut. Mananın özü birbirinden farklı iki parçayı, birbirinden ayırmaya çalışanların diğer parçadan yani bütün olmaktan vazgeçemeleri yıkımı beraberinde getiriyor. Kadın ve erkek gibi.
Ayrılma safhasında olup da şüpheleri taze olan sevgililere özellikle tavsiye edilir. Fakat yeni bir ilişkinin başlangıcındasınız ve eski sevgilinizi unutmaya çalışıyorsanız bu filme yalnız gitmenizi öneririm la
kin sonuçlarına katlanmalısınız.
Bizler basitlik, sıradanlık, bayağılık gibi kavramlarla sadeliği karıştırırız. Bu filmde bu kavramlar arasındaki ayrımı çok net bir şekilde hissedebilirsiniz. Filminiz ,anılarla alakalı bir film olduğundan sinema dili açısından bunu kurgulamak bazen zor olabiliyor; örneğin Momento filminde olduğu gibi. Bu filmde de kişinin hafızası ve bunun silinmesi söz konusu olduğu için kurgu önem kazanıyor. Görsel olarak bir hafızanın silinmesi nasıl anlatılır ve bunu anlatmak için ne tür argümanlar kullanabilirsiniz, hadi anlattınız diyelim, böylesine karmaşık konuları nasıl birbirine bağlıyacaksınız. Film bu zorluğun üstesinden gelmiş gibi lakin ilk geçişleri anlamak için biraz afallıyorsunuz -aslında olaya birazda gizem katmıyor değil-. Filmi izlerken dikkat etmelisiniz eğer imkânınız olursa ikinci kez izlemenizi de tavsiye ederim. Tabiî benim tuzum kuru filmi DVD’de izlediğim için birkaç kez izleyebilirim ama inanın vizyona girdiğinde de gidip izliyecem. Eminim ki ilk izlediğim kadarda zevk alacam.