KÜNYE
Senaryo-Yönetmen
M. Night Shyamalan
Oyuncular
Bryce Dallas Howard …. Ivy Walker
Joaquin Phoenix …. Lucius Hunt
Adrien Brody …. Noah Percy
William Hurt …. Edward Walker
Sigourney Weaver …. Alice Hunt
Brendan Gleeson …. August Nicholson
Korkularımız bizi kimi zaman özgür bırakır, kimi zaman ise tutsak. Böylesine iki zıt bir arada nasıl olabilir diye insan düşünmeden edemiyor. Korku bir fayda mıdır yoksa bir zarar mıdır? Korku kelimesinin zıddı tam olarak yok gibi. Her şeyin zıttıyla anlamın üretildiği bir mânâ aleminde zıttı olmayan bir kavram serseridir. Kimse onu bağlamaz, oda kimseyi bağlamaz; hem her yerde hissedersiniz hem de göremezsiniz. Göremeyip de hissettiklerinizde saklıdır. Çoğu kimse için bilgi, korku kavramının karşılığıdır, bazısı için sevgi, bazısı için güven. Yüzdelere vuramayız bunu çünkü herkes te farklı farklı da olsa karşılığını bulur hayatında. İngilizce de korku kavramı bilenler için daha kolaydır. Korkular sınıflanmıştır. Ecnebinin en iyi yaptığı şey sınıflamak, ayırmak, tanımlamak. Türkçe içinde ise korku, kendi gibi manası da belirsizliği ifade eder. Tehlikeli durumlarda hissedilen duygu diye sözlüklerde bulabiliyoruz. O zaman tehlike nedir diye sormak gerek herhalde. Babanızı seversiniz ama ondan korkarsınız da. Tehlikeli bir insan olduğu için mi? Ben bu işin içinden çıkamayacağım galiba. Yazının sonunu getiremeyeceğim diye korktum bir an; ne de tehlikeli bir durum(!).
Korku kavramı hakkında günlerce düşünmek lazım galiba.
Dediğim gibi serseri bir kavram nerede, ne zaman karşılaşacağınızı bilemiyor ve tanımlamakta zorluk çekiyorsunuz. Böylesi bir kavramı film diliyle anlatmak da oldukça zor olsa gerek. Night Shyamalan Hint asıllı bir yönetmen. 6. His deyince çoğumuzun hatırlayacağı, süprizli sonları seven bir yönetmen. Anlatımdaki gücü; klişe kavramlara getirdiği farklı bakış açıları olsa gerek. Bir doğulu gibi düşünüp batıya oradan sesleniyor gibi geliyor bana. 6.His, Unbreakable gibi filmlerde alışık olunan kavramlara getirdiği daha derinlemesine bakış yaşadığı kültürün esintilerini taşıyor.
The Village, adından da anlaşılacağı üzere bir köyde geçiyor. Bu köyü diğer köylerden farklı kılan ise köyün alışık olunmayan “onlar” diye tabir edilen “sözü edilmeyenler”; köyün ormanlık sınırının gerisinde yaşayan varlıklar. Film bir korku filmi değil, daha çok, korkunun filmi diyebiliriz. Köylülerin yasaklarını ve sınırlarını belirleyen tuhaf varlıklardır. Bu varlıklarla yaşamaya çalışan köylüler oldukça sınırlı bir hayat sürüyorlar. Kendi içlerinden evleniyorlar, kendi içlerinde bir meclis oluşturmuşlar ve kendi içlerinde üretim yapıp tüketiyorlar. Böylesine bir sistemin tek hareket kaynağı var “onlar”. İçimizde yaşattığımız korkuların bizi nasıl sınırladığını bizden daha iyi kimse bilemez. Gece tuvalete gitmekten tutunda, yüksek bir binaya, ölüme, başarılarımıza kadar olmadık yerlerde yansılamaları var korkunun. Dedik ya serseri bu korku. Korkusuzluk kavramı da aslında kendi varoluşsal mantığında müphem. Yüksekten korkmayana korkusuz demeyiz. Yada başarı korkusu taşımayan insan için de korkusuz kavramı kullanılmaz. Popülasyonla bunun ilginç bir ilişkisi vardır. Çoğunluk insanın korktuğundan korkmayana biz korkusuz diyoruz. Peki bizi böylesine sınırlayan kavramdan nasıl kurtulabiliriz? Genelde temel yaklaşım; korktuğumuz şeyleri yok saymaktır. Varlığından şüphe ettiğimiz, ya da malumatımız olan şeyi tam olarak yok diyemezsek, ondan emin olmazsak, aslında tam olarak korkudan kurtulmuş olamayız. Ertelemenin ismidir “yok saymak”. Bu kadar çok yaşabileceğimiz şeylere bizi uzak tutan hayatımızı sınırlayan bu serseri, bizim özgürlüğümüzü de kısıtlıyor. Biz yok saysak bile yaşanmamış bir özgürlük alanının kurdu, hep içimizde kalmaz mı o zaman? (Bu soru özellikle özgürlükten dem vuran arkadaşlaraydı.) Korkulardan kurtulmanın acaba, sınırları aşmak aşkın olmakla, yani aşık olmakla bir ilgisi olabilir mi? Bence çok büyük bir ilgisi var. Nitekim Shyamalan da bunu yakalamış. Böylesine bir açılım bir yönetmen için oldukça dile getirilmesi -demeyelim görüntüye dökülmesi- zor olan bir anlatım.
Yasaklar, korku ve kural ilişkisi zaman çizgisiyle alakalı. Yasak olan şeyler tecrübe edilmiş korkuların tekrar yaşanmaması için çizilen sınırlar, kurallar… yasağı koyanın otoritesi oldukça önem kazanıyor bu denklemde. Otoritelerin kendi devamlılığını sürdürmede en çok kullandıkları uygulamalarıdır yasaklar. Trafikteki hız yasağı ile düşünme yasağı arasında bir benzerlik kurmak oldukça zor, ama yasaklarda kesişen bu sınırlar korkunun manasını zayıflatmaz mı?
Kuralları çiğnemek, arkasında korku yoksa daha kolay olmakta. Birinde edilgen bir yapı varken, diğerinde etken bir yapı var. Eğer içsel bir korkunun desteklemediği kural karşınızda ise bunun aşılması çok da zor olmayacaktır. Sizi etkileyen faktörler dış faktörlerdir. Oysa herhangi bir kural olmaksızın korkuyla çizilen sınır sizin için aşılması çok daha zordur. Bu yüzden kuralsızlıkla aşk’ı aynı kefeye koymamak lazım gelir.
Kendi korkularından emin olma çabasında, aşkın, yol göstericiliği kaçınılmazdır. Bilmediğinden korkan insanlar için de herhalde en ilginç bilgi kaynağı aşk olacaktır o zaman. Mevlana’ya sormuşlar aşk nedir diye “ben ol da bilesin” demiş. Bilgi ve aşk birbirleriyle çok da ilintili. Bu kadar kavram kargaşası yeter manalar havalarda uçuşuyor diyen insanlar için söyleyebileceğim bir şey yok. Aklın sınırları içinde delilere ne hacet…(delilerden de korkarız ilginç değil mi?)…
Filmimize geri dönersek dünyada güzel şeyler de oluyor. Otorite, huzur, yasak, emin olmak, korku, aşk.. gibi bir çok kavrama olta atan bir film. Siz hangisine takılırsınız bilmem ama ben aşk ve korku oltalarındayım hala. İyi seyirler…